Zaman her şeyi halleder. Tüm sevdiklerimizi, tanıdık tanımadık bütün insanları zamana bırakabiliriz. Onlar bizi beklerler. Beklemeye söz verdiler ya (!). Bütün dünya bizi bekliyor gibi herkesi, her şeyi, bütün insanları, hayatı zamana bırakabiliriz. En doğal hakkımız bu. Sonuçta birbirimizi narsist olarak nitelendirsek de, en empati yeteneği gelişmiş olanımız bile ben merkezli bakıyor hayata. Hepimiz farklıyız. Sinir eşiklerimiz, sabrımız, tahammülümüz farklı. Ancak herkes basma kalıp muameleden geçer. Kimimiz gerçekten bekleriz. Bir gün, bir ay, bir sene bir asır... Beklemek mevzu bahis olunca, sırtlarız tüm zamanı. Zaman ne ki? Ölümlü değilmişiz gibi, bu zamanı birinin bizden geri almayacak gibi bekleyebiliriz ya. Sabrın sonu selamet, dediler hep. Sabır gerçekten gerekli mi? Yeni olanaklar, yeni yaşamalar bizi beklerken basma kalıp algıya takılmış bir şeyi beklemek gerekir mi? Ya da gerçekten beklememiz gerektiğini düşünecek kadar bencil mi yaşam. Damarlarımızda akan kan bile ömrümüzün sonuna kadar bizi beklemiyor. Şu an hissediyorum onu, vücudumu ısıtıyor, tenime renk veriyor. Ama yarın orada ki kan değişecek. Hiç birimiz ermiş değiliz. Sabır testine tabi tutuluyor olmamız o testi geçmemizi gerektirmiyor.
Beklemek bana göre yanık yarasından farksız. O yarayı pansuman edersek zamanın nehrinde duran kaya olmak yerine su olup yolumuza gideriz. Yara iyileşir. Sabır adı altında bencil zamanın orta yerinde duran kaya olursak yaramız hep açık kalır. Açık kalan yara su toplar, mikrop kapar, enfeksiyon oluşturur. Pansuman yapılan yaranın izi kalmaz. Sabrın izi ise hep kalır. Gözde yaş, saçta beyaz, ömürde yarım olarak... İnsanlar hep yara açıyor. Bunun sakıncası yok. Bulunduğumuz yaşa da düşe kalka yara bere içinde geldik. Aslında yara hep var. Biz yaralarla sınanmıyoruz. Sınandığımız şey yarayı tedavi edip etmememiz.
Biz çamur ve suyuz. Ateş bize güç vermez. Yanıkları muhafaza etmenin bir yararı olmaz bize. Çamur ateşle terbiye olsaydı bunca asırlardır yara izi kalmamış bir insan olurdu. Elimizde olanlar hep bu dertden muzdarip oysa...
Beklesek bile sonunda arzu ettiğimiz şeye kavuşabilecek miyiz? Yoksa şairler gibi beklediğimiz şeye kavuşunca onu kapı dışarı mı edeceğiz? Kimi insan beklediği şeye kendi düşlerini aktarır. Beklenen bir hayaldir ve hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez. Belki bu yüzden beklenen geldiğinde değerini kaybediyordur. Zihnimiz de beklenene dair olan şeyler boşluklara bırakır kendini. Hafızamız da o boşlukları doldurur. Uzun bekleyişler hayalidir bu yüzden. Divan edebiyatındaki şairler de bu yüzden sevgiliye ulaşmak istemiyor olabilirler. Ama aradan çok uzun zaman geçti. Artık zamana hükmetmek daha zor. Kimseyi bekletmeden zamanında değerimizi muhafaza etmek daha mantıklı değil mi?