Gürer TBMM Anayasa Komisyonunda Konuştu

Ankara-CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer TBMM Anayasa Komisyonunda yaptığı konuşmada Anayasa değişiklikleri ilgili getirilen teklifleri değerlendirdi. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer “Eğer 12 Eylül 2010 referandumuna giden o Anayasa değişikliği olmasaydı. HSYK, cemaatin eline geçmezdi, Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi kumpaslar kurulamazdı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılmasına yönelik planlı siyasetler başarıya ulaşamazdı. “dedi.

SİYASET 27.12.2016, 17:56 27.12.2016, 18:08
Gürer TBMM Anayasa Komisyonunda Konuştu
Ankara-CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer TBMM Anayasa Komisyonunda yaptığı konuşmada Anayasa değişiklikleri ilgili getirilen teklifleri değerlendirdi. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer “Eğer 12 Eylül 2010 referandumuna giden o Anayasa değişikliği olmasaydı. HSYK, cemaatin eline geçmezdi, Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi kumpaslar kurulamazdı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılmasına yönelik planlı siyasetler başarıya ulaşamazdı. “dedi.
Ömer Fethi Gürer şöyle dedi.-“Komisyonda görüşmekte olduğumuz Anayasa değişikliği ülkemizin geleceğine dair çok önemli tarihsel ve siyasal sonuçlar doğuracaktır. Bu değişikliği görüşmekte olan ve ona bir biçimiyle de olsa şekil verecek olanların bu sorumluluklarının bilincinde olması gerektiğini ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. 
Bu sorumluluk sadece bugüne dair bakış açılarıyla yetinmek veya mensubu olduğumuz siyasal oluşumların Anayasa değişikliği karşısındaki duruşlarını yansıtmaktan ibaret olmamalı.
Daha ayrıntılı düşünmek, daha bilgili olmak adına bilgi biriktirmek, daha çok incelemek, daha çok, daha çok, daha çok bir şeyleri yapmamız gerektiğini düşünüyorum. 
Yoksa yanılabiliriz, birkaç sene sonra keşke yapmasaydık diyebiliriz, pişman olabiliriz, yaptıklarımızın bir süre sonra başımıza bela olduğunu fark edebiliriz. Hatta, onların, tahmin ettiğimiz bütün sonuçları aşan bir ağırlıkla üzerimize gelip sonunda bir darbenin ana pistonu olduğuna bile tanıklık edebiliriz.
 12 Eylül 2010 referandumunu anımsatmak istiyorum. Yine, yapmayın diyorduk, siz yine nasıl yapacağınızı ve neden yapmanız gerektiğini anlatıyordunuz. Bütün bildikleriniz, önemli ölçüde de inançlarınızdan kaynaklı öngörülerinize dayanıyordu. Daha dört yıl geçmeden siz de gördünüz olanları. Hâkimler ve Savcılar Kurulunu öyle oluşturmaktan dolayı başımıza gelecekleri dört yıl geçmeden gördük. İddiayla söylüyorum:
 Eğer 12 Eylül 2010 referandumuna giden o Anayasa değişikliği olmasaydı
 HSYK, cemaatin eline geçmezdi,
 Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi kumpaslar kurulamazdı, 
Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılmasına yönelik planlı siyasetler başarıya ulaşamazdı. 
12 Eylül 2010 referandumu olmasaydı 15 Temmuz 2016 olmazdı, olamazdı. Tıpkı bugünkü inancınız vardı ülkeyi o referanduma götürürken de. 
Tıpkı bugünkü gibi, o referandumu da ülkenin kurtuluşu olarak anlatıyordunuz. Tıpkı bugünkü gibi, yine muhalefeti dinlemiyordunuz. 
Yanıldınız. 
O referandumun şeklini çizenler, aklını verenler, biçimlendirenler, tarih karşısında, darbeye kadar uzanan bir siyasal stratejinin parçası, aktörü oldular. Bugün de öyle olabilir. 
öyle olabilirsiniz çünkü bu değişiklik, siyaseten izah edebileceğimiz bir nitelik ve içerik taşımıyor. 
BU DEĞİŞİKLİK KİŞİSEL BİR TALEP- TAYYİP ERDOĞAN BAŞBAKAN OLSAYDI, CUMHURBAŞKANLIĞI MAKAMINDA BİR BAŞKASI OTURMAKTA OLSAYDI, TÜRKİYE BÖYLE BİR SORUNU KONUŞACAK MIYDI?
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer-“Bu değişiklik kişisel bir talep. Bazen gündeme getiriyorsunuz ya, gerçekten de ülkenin bir sistem sorununun kişiselleştirilmesi tartışma etiği bakımından doğru değil ama bu kişisel.
 Bu talebin kişisel olduğunu söylemek tartışmayı kişiselleştirmek olmuyor; tam tersine, gerçeği görüp ifade etmek anlamına geliyor. 
Şimdi, Tayyip Erdoğan başbakan olsaydı, Cumhurbaşkanlığı makamında bir başkası oturmakta olsaydı, Türkiye böyle bir sorunu konuşacak mıydı? Onun için kişisel bu talep. 
Üstelik, öylesine kişisel ki, bilinen hiçbir modele uymadığı için de adını "Türk tipi" koymak zorunda kaldınız, değiştirin bunu da. 
Buna “Türk tipi” ismini koymanız doğru bir tanım değil, böyle bir tip yok;
 bu, tipsiz bir değişiklik. 
“anayasacılık hareketleri” olarak anlatılan ve dünyada bütün modellerin gelişimlerinin ölçüsü olan hareketlerin içinde böyle bir model var mı? 
Kendinizi yeni bir model yaratan anayasa hukukçuları olarak görüp tanımlayabilirsiniz. 
Siyaset sizi affeder belki ama bilim affetmez, hukuk unutmaz. 
Yarın fıkraları anlatılan konumda olursunuz. 
Adama sorarlar: Yüzyılların anayasacılık tartışmaları içinde bir türlü akıl edilemeyenleri siz mi akıl ettiniz?
 Bir tek sizin aklınıza geliyorsa bunda bir tipsizlik olduğunu düşünmüyor musunuz?”
BÖYLE BİR ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ HAZIRLIK SÜRECİ OLAMAZ.
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer –“Böyle bir Anayasa değişikliği hazırlık süreci olamaz. ”dedi ve sözlerine şöyle devam etti.
-“ İki milletvekilinin partileri, genel başkanları adına gizli görüşmeyle hazırlanmış, dünya tarihindeki ilk anayasa değişikliğini görüşüyoruz. Dünyanın bütün anayasalarındaki değişiklikler mümkün olduğu kadar geniş kitlelere yaygınlaştırılıp tartışıldıkça daha bir gelişirken bizde ne denli gizlenip tartışmadan kaçırılırsa o denli mükemmel olacağı sanılıyor. Böyle bir hakkınız olabilir mi? Bunu yapamazsınız. 
Üniversitelerin, baroların, hukuk örgütlerinin, sivil toplumun oluşumu aşamasında tartışmasına katılmadığı bir Anayasa değişikliği olmaz, olmamalıdır. 
Bu eleştirilere yanıt olarak “Bak şimdi tartışıyoruz.” gibi veya "Referandum sürecinde daha çok tartışacağız." gibi yanıtlar veriyorsunuz. 
Ama, bunların yanıt olmadığını, oluşum süreçlerinde ortak akıl aramakla onun oylandığı süreçte elde edilen ortak aklın aynı olamayacağını, aynı sonucu doğurmayacağını herkes biliyor.
 Olmaz böyle arkadaşlar, böyle bir Anayasa değişiklik çalışması yapılamaz.”dedi.
TARTIŞACAĞIMIZ BİR KONJOKTÜR YOK, SİYASET İKLİMİ YOK
BEKA SORUNU-SAVAŞ-OHAL-
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer-“ Anayasalar, dünyanın bütün demokratik ülkelerinde uzlaşma metinleridir. 
Kuşkusuz yüzde yüz uzlaşma değildir ama bir anayasanın meşruiyet zemini olarak tanımlanabilmesi için uzlaşma çabalarının sergilenmesi ve nihayet demokratikliğine dair kuşku taşımayan hükümlerin bu niteliklerinin öne çıkması gerekir. 
Söylediğim gibi demokratik tartışma zemini hazırlanmaksızın bu uzlaşma da olmaz. 
Anayasaların en temel faktörlerinden birisini değiştirirken kaybedebilirsiniz. Daha da önemlisi, bu denli önemli bir değişikliği tartışacağımız bir konjonktür yok, 
Siyaset iklimi yok. Bu ülkede beka sorunu konuşuluyor. 
Dünyada kendisinin beka sorunu taşıdığının en yetkili ağızlardan ifade edildiği bir konjonktürde anayasasını değiştiren hiçbir ülke yoktur 
Savaş içindeyiz savaş. 
Adı konulmuş Fırat Kalkanı, şehitler gelen bir savaştan söz ediyoruz. Allah şehitlerimize rahmet eylesin, yaralılarımıza şifa diliyorum.
 Dünyada savaşla ifade edilen bir konjonktürde anayasasını değiştiren hiçbir ülke yoktur.
 OHAL içindeyiz, dünyada kendisini olağanüstü hâl koşullarında hissedip de tam da o arada anayasasını değiştiren hiçbir ülke yoktur. 
Terör ara vermeden can alıyor.
 Bu ülke tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar çok ve çeşitli terör örgütlerinin hedefi konumunda bulunuyor. 
Biz de tam bu sırada Anayasa değişikliği konuşuyoruz. Terörün bunca kol gezdiği bir konjonktürde anayasasını değiştiren hiçbir ülke yoktur.
 En önemlisi toplumda müthiş bir kutuplaşma var. 
Uzun süreden bu yana seçmenin konsolidasyonuna dayanan siyasetlerin uzantısı olarak toplumun geldiği son nokta bize Anayasa değişikliğinin uzlaşmasız bir iklimde gerçekleştirilmesi olanağını vermiyor. 
15 Temmuz, terör, savaş gibi bir toplumda birlik ve beraberliği en çok güçlendiren olguların, sadece bunların oluşumu safhasında gerçekleşebildiği, konu ve konum değişince bu olgular karşısındaki birlikteliğin Anayasa değişikliği maddesi altında sağlanamadığı bir atmosfer asla uygun değildir.
 Toplumdaki bu kutuplaşmayı mutlaka önlemeliyiz. Bu atmosferde Anayasa değişikliği olmaz. Bu önemdeki bir değişiklik olamaz. 
Bize siyasal tarihimiz, böyle bir sistem değişikliğini söylemiyor. 
Bana göre bu bir rejim değişikliğidir ya da empati yapıp sizi anlamaya çalışsam ve sizin gibi düşünüp bunu bir sistem değişikliği olarak görsem bile siyasal tarihimizin bize böyle bir zorlaması yoktur. 
Kimine göre iki yüz yıllık, kimine göre de doksan yıllık bir parlamento geleneği oluşturduk. Buna bağlı bir teamül hukukumuz var. 
Sistemin kurumsallıklarla uyumu sağlandı. Şimdi buradan belki öyle görünmüyor, hele böyle bir değişikliğin gerçekleştirilmesi için alınan talimatları düşününce anlamsızlaşıyor ama bütün dünya bu ülkede köklü bir devlet geleneğinin bulunduğunu biliyor. 
Bu tespit Batı’da da yapılıyor. 
Doğu toplumlarından Türkiye'nin farklılığı bu köklü gelenekle anlatılıyor. Bunu bize kazandıran parlamenter sistemin kurumsallıklarla olan iletişimi ve bunun doğurduğu sonuçtur.”dedi
DEMOKRATİKLEŞME BAĞLAMINDA YAPISAL REFORMLARA BAĞLI SORUNLARIMIZ VAR.
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer konuşmasında  “Parlamenter sistemle ilgili sorunlarımız yok mu?” diyerek sözlerine şöyle devam etti.-“ Onlarca sorunumuz var. Katılım sorunumuz var.
 Demokratikleşme bağlamında yapısal reformlara bağlı sorunlarımız var. Şeffaflık, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası sorunlarımız var. 
En önemlisi kuvvetler ayrılığı sorunumuz var. Bunları inkâr edemeyiz. Ama, bu sorunları düzeltmek, çözmek, aşmak gerekirken oluşturulmuş bütün gelenekleri bir çırpıda söküp atan bir değişikliğe yönelmek, ancak yaptıklarının farkında olmayanlara özgü bir körlük gibidir. 
Bütün gelenekler yıkılacaktır bu değişiklik gerçekleşirse.
 Bütün birikimler heba olacaktır. 
Büyütüp özenle bu günlere getirdiğimiz bir oluşumu öldürüp hiçbir sürecini bilmediğimiz yeni bir dönem üreteceğiz. 
Hiçbir haklı gerekçesi yok. 
Bu sistem istikrarsızlık üretti ama size değil. Adına “Cumhurbaşkanlığı” dediğiniz başkanlık da üretebilir ama istikrarsızlık kadar önemsenmesi gereken temsilde adaletin, başkanlık sistemi içindeki işlevsizliği, istikrarın anlamını da değiştiren başka bir sonucu işaret edecektir. 
Başkanlık seçiminin çoğunluk sistemi içermesi ve yasamanın seçiminde bundan farklı bir sistemin öngörülmesi yürütme ve yasama arasındaki istikrarı yaratsa da temsilde adaleti yaratmayacak, farklı tercihlerin temsil noktası da tartışmalı olacaktır. 
Bu tasarının en önemli eksikliği kuvvetler ayrımının ihmal edilmiş, ihlal edilmiş olmasıdır. 
Bugün de yoktur kuvvetler ayrılığı.
 Bize yokluğundan dem vurularak “Getirilenle yetinin.” diyorsanız, buna itirazımız olur. 
Kuvvetler ayrılığı bu işin amentüsüdür. 
O olmadan olmaz, bu tasarıda o da yok. 
Denge denetim mekanizmalarının oluşturulmadığı, bilerek iradi olarak oluşturulmadığı bir tasarıdan söz ediyoruz. 
Anayasa hukukçuları bilir, başkanlık sistemlerinde sert olarak nitelendirilen kuvvetler ayrılığı, parlamenter sistemlerde yumuşak kabul edilir. 
Bu sertliğin temel anlamı da yetkinin teslim edildiği erk sahibinin kişi olmasıdır.
 Yetkiyi veren sistemin yetkinin kullanımında dair getirdiği sınırlamalar denge ve denetimi oluşturmaktadır. 
Oysa parlamenter sistem erkin kişiden çok kurumsallıklarla bağıntısını sağladığından denge denetimin sertliğine gerek duyulmaz. Sorun da tam bu noktadadır. 
Bir yandan adına “Cumhurbaşkanı” dediğiniz başkan olağanüstü yetkilendirilecek, diğer yandan da yetkinin kullanımına hiçbir sınırlama getirilmeyecek, doğal olarak denge ve denetime tabi bulunmayan bir başkanlık sistemi önerilmiş olacak. 
Bu, hukuksal olarak doğru değildir, metodolojik olarak yanlıştır. Böyle bir sistem yoktur, bu sistemsizliktir, kaos yaratır. Denge denetimi etkin olmayan ve uygulanan sistemle bağlantılı olmayan bir yönetim tarzının demokratikliğine kimseyi inandıramazsınız.
 Çünkü sonuç itibariyle bu bağlamda egemenliğin kullanımını konuşuyorsak yurttaşların egemenlik haklarının, tek bir güçte temerküz etmesini sağlamanız sonucu doğacaktır, tehlikeli olan da budur. “dedi
“EGEMENLİĞİN MİLLET ADINA KULLANILACAĞI ORGANLARIN TESLİM ALINMASI DEMEKTİR BU”
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer “Egemenliğin millet adına kullanılacağı organların teslim alınması demektir bu.” dediği konuşmasında şu görüşlerini de dile getirdi.
-“ Buradan yargı bağımsızlığı çıkmaz.
 Yurttaşlar cumhurbaşkanı seçecek, gerisini de başkan seçecek demektir.
 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşturulmasına bu taslağın getirdiği yaklaşım, yargının bağımsız ve tarafsız olmasının engellenmesi yaklaşımdır, asıl şimdi jüristokrasi başlayacaktır. 
Başkanlık sisteminin sert kuvvetler ayrılığının bilerek getirilmemiş olmasının bir sonucu olarak disiplinli siyasal partiler sisteminin de muhafaza edilmekte olması milletvekillerini partili cumhurbaşkanının tercihlerine bağlayacak ve dolayısıyla 
HSYK’nın seçimi Başkanın seçtikleriyle başkanın seçtiklerinin seçtiklerine dönüşecektir.
 Üstelik böyle olsun diye başkanlık ve Parlamento seçimlerinin de aynı zamanda yapılması öngörülmüştür. 
Çok daha önemlisi, cumhurbaşkanı kararnameleri nedeniyle idarenin kanuniliği çiğnenmektedir.
 Kararname düzenleme yetkisi kanun denetimini ortadan kaldırıyor. Bir anlamda idarenin eylem ve işlemelerinin hukuki denetimi bu noktada yapılamaz hâle geliyor. 
Bu türden cinliklerin siyaseten bu ülkede neye mal olacağını düşünebiliyor musunuz? 
Güvenoyu almayan, sözlü soru olmayan bir parlamentonun denetim işlevinin yerine getirilmesindeki etkinliği nasıl sağlayacaksınız?
 Cumhurbaşkanının sorumluluğunu işlevsiz kılan çoğunluğun parlamento içinde bulunması olanaksız iken böyle bir sorumluluğun getirilmiş olmasını nasıl izah edeceksiniz? 
Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle özellikle de bürokrasi içinde bürokrasiyi de aşan yetkilerle düzenlen mevzuatın, millet egemenliğinin kullanımında ifade ettiği anlam millete nasıl anlatılacaktır?
 Parlamento çoğunluğunun cumhurbaşkanının partisinden olması hâllerinde yasamanın kanunla düzenlemediği alanları genişletmesi ve böylece kararnamelere kanun yolu açması ihtimalî varit değil midir? 
Merkezî yapılanmamızın bu denli güçlü olduğu ve âdemimerkeziyetçi bir yapıya geçiş olmayacağına göre zaten merkezî olan bir yapının tek adama teslimi yasama fonksiyonunun kullanımındaki nasıl bir eksikliği ifade edecektir?
 Bu türden onlarca sorunun önünü açmanıza neden olacak çok tehlikeyi içeren bir öneriyle karşı karşıyayız.
 Bu yaklaşım ülkenin lehine bir bakış olarak görülemez. Açıkçası tek adam rejimine gidişin kapısı aralanmaktadır. 
Bir Şaman öğretisi şöyle der: “Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içemez. Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez. Güneş kendisi için ısıtmaz. Ay kendisi için parlamaz. Çiçekler kendileri için kokmaz. Toprak kendisi için doğurmaz. Rüzgâr kendisi için esmez. Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz. Doğanın anayasasında ilk madde şudur: ‘Her şey birbiri için yaşar. Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur.’ Eski çağlardan süre gelen bir anlayıştı bu. Bütünlüğü anlatırdı. Özü iki cümleydi: ‘Ben biz olduğumuz zaman Ben olurum. Ben, ben olduğum için sen, sensin.’

Kaynak: Borunsesi.com | İlçemizin Gerçek Sesi
Yorumlar (0)